Antalya dolaylarında hava çok sıcak. Temmuzun sonlarına yaklaştık, ağustosundu galiba, 20'sinden sonra sıcaklık inişe geçer denirdi. Ama simdi bir 40 derece santigratı var. Gölgesini, hissedilenini, nemini bilmem. Ipıslağız, çektiğimizi bilirim.
İnsanlar kapalı mekanlarda pervanelere, olanlar klimalarına yüklendi. Antalya'nın yaylası Korkuteli'dir derler, evi-kiralığı olan kaçmıştır zaten mayıs sonu demeden. Ev kapısını açık koma da geleneksel serinleme usullerindendir. Şey geldi aklıma, eskiden arabaların çoğunda klima yoktu, araba alırken sorulurdu, "Cam kliması var mi?" diye. Ön camların otomatik olup olmadığı soruluyor yani.
Karpuzu suya bırakmayı yeniler pek bilmez. Dağ doruklarından kar indiren de kalmamıştır artık. Soğukluk namına ya buzdolabına atılmış ayrana, dışardaysak da dondurmaya sarılıyor insanlar. Marketlerde dondurma buzlukları protokole alınıyor, tenteler yenileniyor. Ama eskinin lezzetlerini ara ki bulasın...
Çocukluğumuzda, 90'li yıllarda, aroma verici ve renklendiricilerin bol kullanıldığı meybuz yenirdi. Ağzımız gözümüz rengine boyanırdı. Unutmuyorum bir keresinde benden yasça büyük kızlar, sana kırmızı da pek yakışıyor demişlerdi. Çok bozulmuştum. Zamanla dondurma, pastanelerin önüne açılan pencerelerden verilir oldu. Pencere önünde itiş kakış sıraya girerdik tek top haydi iki top külahta dondurmayı kapmak için.
Ama çocukluğumun geçtiği mahallelerde ve yıllarda bu pastaneler ve dondurmalar şimdiki gibi her köşe başında ulaşılabilir değildi. Şimdi öyle mi? En küçük bakkalda bile belli markaların çeşitleri var. Hangi marka kancayı attıysa bakkalcıya, onun buzluğu, onun tentesi ve o markanın ürünleri olacak tabii, Allah'ın emri. Egonomis değilim, ama bu kadar çeşit arz varsa, vardır bunun elbette bir talepçiği, diye düşünüyorum. Netekim son 10 yılda ülkede kişi başına dondurma tüketimi 1,1 litreden(kgden olmasın?) 4 litreye yükselmiş. Peki, rakam patlattık ya şimdi, bu bizi G20, ya da OECD içinde liste başı yapacak bir olay mı? Şürekâya göre, tabii ki ne sandın... Ama Bangladeş ya da Etiyopya cephesinden bakanlar, kardeşim sen manda sütünden yanıksı sade dondurmaları künde okkayla götürürken, dondurmayı beş duyudan sadece görmeyle algılamanın ötesine geçemeyen milyonlarca çocuk varı hatırlatıyor. Kimileri tıksırıncaya kadar yerken dondurmayı, ülkemizde total dondurma tüketimi, dünya ülkeleriyle kıyaslanınca düşük bile kalıyormuş. Hala mi bana tuyik yapıyorsun? Anlamak istemediğine yoruyorum.
Geçenlerde, çocuğu sevindirmek için, zincir markette dolanırken o ünlü dondurma markalarından birinin görkemli ürünlerinden birer çekelim dedik. İçeriği karışık. Tadı da ben diyeyim krema, siz deyin aromatik tereyağı gibimsi bir şey. Antep fıstıklısına bakalım dedik, o da pek tat vermedi.
Ertesi hafta bir başka markette, yaygın dağıtım ağına sahip olmayan, adı sanı pek duyulmamış bir markanın ürününü aldık. Süt tadını alıyordunuz. Çektikçe uzuyordu. Etiketi de sadeydi, laf kalabalığı yoktu. Ana malzeme keçi sutu ve salep. Nişasta bazlı şeker de kullanılmamış. Hakiki maraşmış dondurmamızın adı.
Hakiki maraşi her yerde bulamayabilirsiniz. Ama her kentin ya da mahallenin dondurmasıyla ünlenmiş bir pastanesi illaki vardır. Bunlardan şubeleşeni de var, örneğin Antalya'da unlu bir Akdeniz markası vardır. Şubeleşmeyip, esnaf lokantası gibi kalmayı yeğleyen dondurmacılar da vardır.
Haydi sizi tutmayayım, dondurmanız eriyecek...
70'li yıllarda sokaklarda dolaşan seyyar dondurmacılar vardı. Sokağın başında durur, bağırırdı dondurma geldi diye. Büyük-küçük sıraya girer, alırdık. O lezzeti hiç unutmam. :)
YanıtlaSilBazı markalar, gerçekten hakkını veriyor dondurmada. Lakin bazı markalara da güven olmuyor. İçeriğine ne koymuş ne koymamış tam olarak bilemiyoruz.
Paylaşım için teşekkür ediyorum size.